Telefon
WhatsApp
MAVİ GÖZLÜ BOZKURT
Hax

“Minareleri olmayan, kubbesine haç takılmış Ayasofya’nın yer aldığı, 500 Yunan Drahmisi! 1921’de ABD’de basıldı.1923’te tedavüle girecekti…Yunanlılar, İngilizlerden İstanbul’u istiyorlardı, savaşı kaybettikleri için bu banknotu utançtan tedavüle veremediler..!”

 

Mustafa Kemal, Tek Adam’dı. Çünkü koşullar, olaylar ve yaşadığı hava içinde kendi hammaddesini yoğurarak, kendi kendini yarattı. Mücadelesi, milletinin kaderine damgasını vurdu.Ve hayatı, çağımızın yön tayin edici etkenlerinden biri oldu.

 

ZÜBEYDE VE OĞLU : “ Biz bir yayız ki, çocuklarımız, attığımız oklardır.” Ok yaydan kurtulunca artık bizim değildir.Bizden durmadan uzaklaşır.Kendi aleminde, kendi ufuklarına doğru uçar, gider.Yollar, hem çilelerimiz, hem kitaplarımızdır. Hayatın gerçekleri bize kendilerini, çileli yolculuklarda, kitapların sayfalarından daha aydınlık verirler.

 

İMPARATORLUĞUN SONU : İhtilal asi evlat gibidir. O bizim eserimizdir ama bizim emrimizde değildir.Kendi kanunlarına göre yürür ve bizi engelleyebilir. Hele ihtilalin ardından savaş ve yenilgi gelirse, bu yenilgi ihtilalin ya sonu ya da soysuzlaşması olur. Tarih, belki de hiç kimsenin eseri değildir.O, kendi örgüsünü kendi tezgahında, kendisi dokur.İnsanlar, fikirler ve devletler bu tezgahın örgüsünde, onun kurallarına göre işlenip dururlar. Eğer bu kurallar içinde bir yerimiz, bir misyonumuz varsa ve onu kullanmayı başarabilirsek, tarihin örgüsüne renk, şekil veririz. Bu örgüye damgamızı vururuz. Fakat kader, eğer bizi yanlış seçmişse, tarihin örgüsünde bıraktığımız iz, nihayet kanlı bir gölgeden başka bir şey olmaz.

 

MÜTAREKEDE İSTANBUL :Bir tarihi kimliğin belirişi, onun kendi vasıfları ve müdahaleleri ile, milletine, kavmine veya çağına şekil veren, yön tayin eden bir şahsiyetin, karar ve hareket sahasına çıkışıdır. Mütarekede İstanbul, artık esir bir şehirdir.Bu esir şehrin insanları, artık o şehrin sahipleri değildir. Esir bir şehirde esir insan; yürüyen ıstıraptır: “ Bir millet esirliğe düşünce, o milletten olan herkes nasıl hiç olur.Ben bu yabancının evinden çıkarken, bütün uşaklarının arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyordum.”  Bu sözleri söyleyen Mustafa Kemal’dir.Yürüyen bir ıstırabı dile getiren Mustafa Kemal… Ama onun bile aradığı yolu bulabilmesi için bu ıstırabı yaşaması şarttı.

 

YOL VE YOLCUSU : Yollar vardır, meçhulün önümüze çizdiği çizgiler gibi. Bu yollarda yolcu, talihin tezgahında kendi kaderini dokur. Mustafa Kemal’in Samsun’dan başlayıp Erzurum’a, Sivas’a çıkan ve sonra Ankara’ya, İzmir’e ulaşan yolculuğu da böyle bir yolculuktu. Bu yollarda o, talihiyle boğuştu. Kaderini dokudu ve onun kaderi, bizim de kaderimiz oldu. Zafer bir gerçekti. Ama muzaffer olanın bilincinden mantığın silinişi, bir sarhoşluktur. Zafer sarhoşluğu. Bunun başladığı yerde, zafer tehlikeye girer. Zaferin kazançları kumar masasına dökülür.Ve hata meleği, aldatıcı kanatlarıyla muzafferin gözlerini perdeler.

 

SİVAS VE ÖTESİ : Kader tayin edici an ne demektir? Kader tayin edici an, bir köprüdür ki, eğer köprüde talih perisi insana elini verirse, o insanın önünde tılsımlı kapılar açılır vearkasından perinin eli, onu kendisini bekleyen görevlere doğru iter. Mustafa Kemal, Erzurum’da kader tayin edici böyle bir an yaşadı. Ve bir perinin eli onu, kendisini bekleyen görevlere doğru itti. Tarihin akışında böyle görevlerin adı, tarihi misyondur. Bu misyon içindeki Kuva-yı Milliye kavramını, hem bir teşkilat fikri, hem bir halk hareketi olarak iki yönde ele almak gerekir. Çünkü, teşkilat fikri ve disiplin dışında Kuva-yı Milliye ruhu, ancak bir edebiyat konusudur. 

 

ANKARA : “Genel kural şudur ki, umumi durumu yönetme ve yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, mümkün olduğu kadar yakın bulunurlar. Ankara, bu şartları toplayan bir noktadaydı…” (Mustafa Kemal) İstanbul’un işgali ve son Meclisin kapanışı, Osmanlı İstanbul’unun da, Osmanlı saltanatının da sonuydu. Düşmandan insaf ve lütuf bekleyenlerin gözleri artık açılıyordu. Söz artık milletin ve Ankara’nındı. Anadolu’damüstakil bir devlet kurmak fikrinin ilk defa nerede, nasıl ve kimlerin arasında olduğu meselesi, artık az çok aydınlanmış olmasına rağmen, gene de tartışma konusu olabilir. Ama, Anadolu’da müstakil bir devletin kurulduğu ve bu kuruluşa Mustafa Kemal’in, hem fikir, hem aksiyon adamı olarak öncü ve lider olduğu, tartışma kabul etmez bir gerçektir.

 

ANADOLU İSYANLARI : Eski Anadolu öyle bir coğrafyadır ki orada, merkezi iktidar zayıflayınca, derhal isyanlar, ayrılıklar başlar. Eski Anadolu tarihinin kanunu budur. Birinci Dünya Savaşı sonunda ordu dağılınca, Anadolu başsız kaldı. Anadolu’da yüzyıllardır süregelen bu kanunun hükmünü yürütmesi için, gene koşullar belirmeye başladı. Fakat  1919’da ilk kıvılcımları başlayıp 1920’de yurdun önemli bölgelerini saran ve bir aralık Ankara’yı boğacak hale gelen iç isyanlar, yalnız bir iktidar anarşisinin eseri değildi. Bu isyanlarda, milli mücadeleye karşı iç direnişler, psikolojik ve sosyal bütün çağdışı güçler harekete geçirildi. Birinci Büyük Millet Meclisi; Milli Hakimiyet ve memleketin istiladan kurtarılışı gibi ortak hedeflerde birlik olmuştu. Buna rağmen, günün karışıklıkları ile oluşan; Bulaşıcı hastalıkların Allah’tan geldiği ve bunlarla mücadelenin günah olduğunu savunan şahıs ve gruplardan, Bolşevikliğin tek kurtuluş yolu olduğunu savunanlara kadar yüzlerce eğilim bu Meclis çatısı altında kaynaşmaktaydı.

 

SAVAŞLARIN HİKAYESİ : Mustafa Kemal için askerlik, bir sanattı. Mustafa Kemal, kendine bu sanatı seçmişti. Kendini askerliğe vermişti. Ama savaşı seven, savaşı arayan adam değildi.19 Mayıs 1919’da Samsun kıyısından başlayan yolculuk, 9 Eylül 1922’de İzmir’de sona erdi. Ama bu son, aynı zamanda bir başlangıçtı. İstiklal Savaşı, İzmir rıhtımlarında başladı ve orada bitti. Adına Milli Kurtuluş Hareketi denilen büyük ve çağdaş hareketin kuruluş ve inşa devri bundan sonra başlayacaktır. Çünkü zafer, Gazi Mustafa Kemal için amaç değil, araçtı. Samsun’da Anadolu’ya bir asker olarak ayak basan Mustafa Kemal, İzmir’de Akdeniz’e varınca silahını bıraktı. Bundan sonra Gazi Mustafa Kemal’in yolu,  aksiyon, fikir ve yeni kuruluş davaları içinden geçti. Bu davalarla örülen yapıya, O’nun hayatına sığdırabildiği eseri diyoruz. Hem “Gazi Meclis” hem de eski mücadele arkadaşları ile Gazi Mustafa Kemal arasındaki mesafe, Büyük Zafer’den sonra ister istemez açıldı. Ve Gazi’nin yeni Türkiye’de, insanüstü bir kudret olmak oluşumu, bu safhada başladı.

 

PADİŞAHLIĞIN SONU : Derinlere işlemiş köklerin; gövdenin, ömrü sona erip suları çekilince kuruyan, güdükleşen, gölgesiz dalcıkları vardır. Bunlar üzerine kuşlar bile yuva yapmazlar. Osmanlı Padişahlığı tarih sahnesinden silinirken, bu haldeydi. Çünkü, evvela saltanat hanedanı, tamamen milletten kopmuştu.Hanedanın fertleri, ne milletle, ne de kendi aralarında bağıntı içindeydiler.1908 ihtilalinden sonra ise, saray artık bir gölgeydi. Bu gölge müessesenin ömrü, artık tarih itibarıyla sona ermişti. Söz, artık halkın olacaktı ve halkın olmalıydı. Barışı kazanmak, savaşı kazanmak kadar önemlidir, denilir. Hele bazı savaş sonları vardır ki, o savaş sonlarında barış, onu kazanabilen için, bir çağ dönemi değerindedir. Yeni Türkiye’nin Lozan Antlaşması böyle bir değerdeydi. Kaldı ki Lozan, yalnız İstiklal Savaşı’nın sonu ve bir zaferin dünya hukuku karşısında da gerçekleşmesi değildir. Gazi’nin de dediği gibi, “Lozan’da asırlık hesaplar görüldü.” Lozan, büyük bir hesaplaşmaydı. Bu büyük hesaplaşmada Ankara, eski bir imparatorluğun bütün hesaplarının tasfiyesine muhatap tutuldu. Halbuki yeni Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı ve devamı değildi.

 

PUSU : Azılı politikacılarla, satılık katiller, geçeceği yollara pusu kurdular. Kurtardığı İzmir’in bir sokağında bir köşeyi dönerken üzerine silahlar boşaltılacaktı. Bombalar atılacaktı.Mustafa Kemal’i öldüreceklerdi.Niçin? Bir suçu mu vardı? Bir intikam mı alınacaktı? Memlekete O’nun getirdiklerinden daha üstün bir nizam mı getireceklerdi? Hayır!.. Sadece, şer ve kıskançlık harekete geçmişti. Gazi Mustafa Kemal, yeniden fethettiği İzmir’in sokaklarında ve henüz 44 yaşında, işte bunun için öldürülecekti.

 

TEK ADAM KONUŞUYOR : “Büyük Söylev”, ne bir anıdır, ne de bir tarihtir. Büyük Söylev; tarihi değerde bir siyasi belgedir.Ve elbette ki, bütün siyasi belgeler gibi, zamanın şartları içinde değerlendirilmelidir. Yani onda, hem şartların objektif tahlili vardır. Hem değişmez gerçekler, hem, ancak bu söylevin söylendiği günlerin şartları ve havası içinde söylenmiş ve biraz da iç alemin ruhi birikimlerinden veya duygusal düşüncelerden gelen hükümler yer alır. Ama, bütünü ile bu söylev, yaşadığı dönemde dünya tarihine müdahalesi olan liderlerin söylev ve anıları arasında, kendi namını değil, kendi mücadelesini yaşatmak bakımından, en asil yeri işgal etmektedir.

 

KEMAL ATATÜRK : Ne tarihçi, ne de dil bilginiydi. Amamilletinin geçmişine yöneliş, onu insanlığın kaynaklarına götürdü.Bütün uygarlıkların kökünü bir ve başlıca dillerin türeyişinde milletinin ilk vatanını, aynı kaynak olarak gördü.Teoriler kurdu, teoriler bıraktı. Fakat şu bir gerçektir ki, bir zaman geldi, Atatürk dünya yuvarlağı üstünde insanın yüzyıllık macerasını, avucunun içinde seyreder gibi oldu.

 

DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOL : Bir bozkurt bekleniyordu ve bozkurt gelecekti. Halktan biri olarak doğdu. Bir adsızdı. Adını kendi yaptı. Ama öldüğü gün ona: “Milletin en büyük evladı” dediler. Çağın ve insanlığın büyük evladı, dediler. Şimdi hem soydaşları, hem bütün dünya, O’nu böyle anarlar. Büyük insanların hayattan kopuşu, ulu ağaçların topraktan sökülüşü gibi, çetin, heybetli, direnişli olur. Çünkü onlar, yıllarca süren mücadelelerinde hayatı yenmiş, fethetmiş gibidirler. Hayatı, kendi mülkleri sayarlar. Bu mülkün haklı sahibi de onlardır…

 

Kaynak: Tek Adam- Şevket Süreyya Aydemir/ Remzi Kitabevi 1966- ikinci baskı

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Anket

ALTINBAŞ Kuyum
OPET

E-Bülten Aboneliği